top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıMelisa Durmuş

OYUN TERAPİSİNE BİLİŞSEL YAKLAŞIMLAR

BİLİŞSEL KURAMLAR

Berlyne’nin İçten Uyarılma Kuramı

Dürtü kuramcılarına göre öğrenme, uyarılara verilen organizmanın yaşamsal gereksinimlerini içeren tepkiler sonucunda dürtülerin azalmasıyla ortaya çıkmaktadır. Oyun ve keşfetme isteği gereksiz zihinsel davranışlar olarak görülmekte ve oyun bilimsel çalışmaya değer görülmemektedir.

Berlyne'ye göre fizyolojik ihtiyaçlar dışarıdan sağlanan işlevsel ödüllerle giderildiği halde içten gelen dürtüler, fizyolojik temelli olmayıp yapılan davranış kendi içinde tatmini de beraberinde getirmektedir. Organizmanın en üst düzeyde uyarılmışlık halinde olmayı arayan merkezi sinir sistemi düzeyi yükseldikçe organizma bu uyarılmışlık halini bilgi kazanım yoluyla azaltmaya çalışmaktadır. Anlatılan bu işlem ise uyarılmanın kaynağına ilişkin belirli çevre özelliklerinin araştırılması sonucu tamamlanmaktadır. Bu davranışlar bütün olarak belirli keşfetme arayışları refleksi olarak tanımlanmıştır. Bu refleksin harekete geçmesiyle birlikte organizma nörolojik olarak çevrede yeni ve farklı durumlara dikkatini yöneltir.

Berlyne'ye Göre Oyun

Helenko, bireyin çevresi ile olan ilişkisini oyun kuramının temel noktası olarak ortaya koymuştur. Bu durumda “birey çevre ile hangi açıdan ilişkiye girer ve bu kadar çok imkânın olduğu bir ortamda, niçin belli bir obje dikkatini çeker” sorunu gündeme gelmiştir. Böyle bir problem çerçevesinde Berlyne (1960) genel bir davranış modeli olan “heyecan arama” kavramını ortaya koymuştur. Berlyne’e göre hareketsiz durma organizmanın doğal durumu değildir. Organizma aktif olarak devamlı çevresi ile etkileşim içindedir. Oyunda görülen uyarılma mekanizması, organizma tarafından kontrol edilmekte ve işlem sonunda haz duygusu yaşanmaktadır. Bu kuram, bize oyun süreci içinde çocuğun davranışlarının nedenini açıklamaktadır. Örneğin çocuk bisiklete binmekten tedirgin olabilir. Fakat buna rağmen bisiklete binmeyi ister ve bu davranışı tekrarlar. Bu durum, çocuğun içten gelen uyarılması durumudur.

Vygotsky’nin Sosyo Kültürel Gelişim Kuramı

Vygotsky, Piaget'in etkileşim yaklaşımını çocuk düşüncesinin benmerkeziyetçilik özelliğini vurguladığı için yargılamıştır. Ona göre zihinsel yapılar araç ve sembol kullanımı yolu ile şekillenir. Bireyin maddesel çevre üzerindeki pratik uygulamalarından yeni araçlar doğar. Etkinlik önce çevreyi kontrol etmeye yarayan sorun çözme davranışları etrafında düzenlenir. Doğrudan doğruya yapılan bu girişimler sonraları dolaylı olarak teknojilerle veya araç olarak kullanılan sembollerle daha etkin bir şekilde gerçekleşir. Bu dolaylı etkinlikler aynı zamanda sosyal çevre için de kullanılmaktadır.

Vygotsky'ye Göre Oyun

Vygotsky’ye göre oyun keşiftir ve yeni bir oluşumdur. Oyun başka türlü çözümlenemeyen çatışma ve çelişkilerden oluşur ve çocuğun bu durum karşısında hayali bir çözüm yaratması olarak ortaya çıkar. Vygotsky oyunun sembol kullanma becerisinin gelişiminde çok önemli olduğunu ve zihinsel yapıların araç ve sembol kullanımı yoluyla şekillendiğini savunmuştur. Aynı zaman da oyunu anlam çıkarma ve öğrenmeye yönlendirme olarak kabul eder. Bilişsel gelişim ve yaratıcılığı bilgi işleme olarak ele alan eğitim psikologları ve dil bilimciler Vygotsky’nin bu görüşleri üzerinde çalışarak oyunun hayali oyun, sembolik temsil, imgeler, haz ve eğlence gibi kavramlarla işbirliği içinde olduğunu öne sürmüşlerdir. Serbest, yapılandırılmış ve kurallı oyunların gelişimde aynı derecede önemli olduğunu vurgulamışlardır (Saracho and Spodek 1995, Isenberg and Jalongo 2001, Sevinç 2004,).

Bandura’nın Sosyal Öğrenme Kuramı

Bandura, sosyal bilişsel kuram adını verdiği yaklaşımında öğrenme ve model almanın genel ilkeleri yanında psikolojinin alanı içine giren birçok kavram ve süreci de açıklamaya çalışmıştır. Ona göre gözlemleyerek öğrenme, çevredeki olayların bilişsel olarak içselleştirilerek kazanılan bilgisidir. Gözlem yoluyla öğrenme taklit içermesine rağmen tek başına taklit davranışı öğrenmenin yerine kullanılabilecek bir kavram değildir. Bandura insanların bilişsel semboller yoluyla dünyayı sembolik olarak gördüklerini savunmaktadır. İnsanoğlu düşünme ve dil aracılığıyla geçmişi belleğinde tutarak geleceğe dönük tasarımlar yapabilmektedir. Bu bilişsel semboller geçmiş deneyimler için kullanıldığı kadar gelecek için de geçerlidir.

Meydana gelmemiş olaylar da zihinde temsil edilebilir. Gelecekteki olası davranışlar zihinde sembolik olarak tasarlanır, merak edilir ve test edilir. Geçmiş ve geleceğin bilişsel sembolü olan deneyimler sonraki davranışları etkileyen ve de onlara yol açan kaynağı temsil eder.

Kohlberg’in Bilişsel Ahlak Gelişim Kuramı

Kohlberg, Piaget'in çalışmalarından yola çıkarak kendi bilişsel ahlak kuramını geliştirmiştir. Piaget'ye paralel olarak çocukların yaşa bağlı deneyimleri sonucu adalet, hak, eşitlik ve insan haklan gibi ahlak kavramlarını anlama yolunda düşünceler ileri sürmüştür. Kohlberg'e göre çocuklar, ben merkeziyetçilikten kurtulmadan önce ahlaki düşüncelerini geliştiremezler. Çocuğun, kuralların anlamlarını kavraması için rol alma yeteneğini, duygusunu geliştirmesi gerekir. Empatiye dayanan ve sosyal beceri gerektiren bu yeteneğin dört yaşından sonra geliştiğine dikkat çekmiştir. Kohberg'e göre kendini başkasının yerine koyabilme yetisi ahlaki yargı gelişiminin temelini teşkil eder.

Kohlberg ahlak gelişimini üç düzeyde, altı evreyle tanımlamıştır. Her evre sosyal ve ahlaki açıdan bir diğerinden farklılık gösterir.

Gelenek Öncesi (0-3 yaş)

Bu dönemde ihtiyaç karşılanırken otoriteye itaat ve çıkarlar göz önünde tutulmaktadır. Davranışın fiziksel etkileri önemlidir ve İD baskındır.

İtaat ve Ceza Dönemi:

Davranış sonucunda sadece doğru ve yanlışa bakılır. Doğru ve yanlışı belirleyen ödül ve cezadır. Otorite varsa kural vardır. Birey bu aşamada dürtüsel hareket eder ve kurallar tamamen dışsaldır. Davranışın yapılıp yapılmaması, otoriterin varlık, yokluk durumuna göre değişmektedir.

Saf Çıkarcı Dönemi (Araçsal İlişkiler Eğilimi):

İhtiyaç karşılandığı sürece kurallara uyulur. Birey için her şey karşılıklıdır. Doğru olan, diğer insanların ihtiyaçlarını da dikkate alan somut ve pragmatik bir alışveriştir.

Geleneksel Düzey (4-10)

Birey kişi sayısını biraz daha genişletecektir ve bu dönemle birlikte birey, ilk kez kendi ihtiyaçlarını ikinci plana atacaktır. Empati yeteneğiyle birlikte birey artık kendini başkalarının yerine koyabilmektedir.

Geleneksel düzeyde grubun beklentileri bireyin kendi beklentileri kadar değerlidir. Grupsal bir bencillik anlayışı vardır. Kendi bulunduğu grup, diğer gruplardan üstün tutulmalıdır.

İyi Çocuk Eğilimi (Kişilerarası Uyum): Çevresindeki insanların ihtiyaçları ve beklentilerine, kendine biçilen role göre davranır. Grubuna karşı düşünceli ve özverilidir. Bu süreçte artık birey, olayları çevresindeki kişilerin gözleriyle görmeye başlar, yani empati kurar.

Kanun ve Düzen Eğilimi (Toplumsal Uyum): Değer yargıları, kurallar toplumun düzeni için olmazsa olmaz olarak görülür. Dolayısıyla kanunların, yönetmeliklerin değiştirilmesine, ihlaline karşı çıkarlar. Kanun ve düzen eğiliminde genel anlamda yasaların, kanunun üstünlüğü esastır.

Gelenek Sonrası Düzey (İlkeli Ahlak)

Gelenek sonrası düzeyde artık çıkarcılık tamamen bitmiştir. Bağımsız değerler sistemi oluşmuştur. Gelenek sonrası düzeyde yer alan bireyler, mevcut otoriteden bağımsız olarak toplumsal düzeni, yasaları, kanunları artık sorgulayabilmektedir. Kohlberg, Piaget’in her bireyin soyut işlemler dönemine çıkamayacağı bilgisine paralel olarak, insanların büyük bir kısmının geleneksel düzeyden ahlaki yargılarda bulunduklarını, gelenek sonrası düzeye çok az sayıda insanın çıkabileceğini belirtmiştir.

Toplumsal Sözleşme Eğilimi: Toplumun üzerinde anlaştığı konular korunmalıdır. Ancak ihtiyacı karşılamayan düzenler toplum yararına değiştirilebilir.

Evrensel Ahlak İlkeleri Eğilimi: Sistem ve kurallardan çok insan hakları, özgürlük, adalet, demokrasi gibi ilkeler ön planda tutulur. Yarar tüm insanlık içindir. Etik ilkeler göz önünde tutulur ve ahlak üstü bir anlayış oluşur. Evrensel ahlak düzeyi, bireyin ahlak ilkelerini kendinin seçip oluşturduğu, ahlak gelişiminin son aşamasıdır.

Jean Piaget’in Yapı-İnşa Kuramı (Konstraktivism):

Piaget gelişim kuramının temeli evrelere bağlı gelişimdir. Ona göre biliş, tüm zihinsel yapıların yöneldiği bir çeşit denge durumudur. Bu dinamik ve etkin bir zihinsel işlemler sistemidir.

Piaget gelişimde şu iki temel unsurun önemi üzerinde durur:

• Özümleme (Assimilation)

• Uyum (Accomodation)

Piaget’ye Göre Oyun

Piaget’nin oyun kuramı, bilişsel gelişime dayanır. Oyunu yapısal olarak ele alan Piaget’e göre oyun, insan davranışında bulunan ve çocuğun bilişsel gelişimini destekleyen bir unsurdur. Piaget, oyunu 3 evrede inceler. Bu evreler; alıştırmalı oyun, sembolik oyun ve kurallı oyundur.

Alıştırmalı oyun (0–2 yaş): Çocuk bebeklik döneminde bakma, emme, ellerini açıp kapama ve diğer bedensel motor faaliyetler ile bedenini, çevresini, çevresindeki nesneleri keşfeder. Bu faaliyetler, çocuk için adeta bir oyundur ve bu bedensel faaliyetlerin doyurulması tekrarlanmasına neden olur. Hem bedeninin hem de nesnelerin neye yaradığını bu tekrarlar yoluyla öğrenir.

Sembolik oyun (2–7 yaş): Sembolik oyun, temsili düşünmenin temelini oluşturmaktadır. Bu dönemde birey gerçek yaşamda gördüğü önemli olayları oyuna uyarlar. Ancak oyunda gerçeğe uyma zorunluluğu olmadığından olaylar değişikliğe uğrayarak oyuna yansıyabilir. Örneğin sembolik oyunda; koltuk eve, oklava ata dönüşebilir; birey kurduğu oyunlarda baba-anne, doktor ya da hayvan rollerine girebilir. Çocuğun sembolleştirme yeteneği onun bilişsel gelişimi ile doğru orantılı olarak artmaktadır. Çocuk oyunlarındaki sembolleştirme yukarıda verdiğim örnekteki gibi iki şekilde görülmektedir. İlki bir faaliyetin bir nesneden diğerine aktarılması şeklinde, yeme faaliyetini oyuncak bebeğine mama vermekte uygulaması, tencere kapağını direksiyon olarak kullanması, ikincisi ise çocuğun başka birinin rolünü üstlenmesi şeklinde, oyunda otobüs şoförü, anne-baba rolünde olması gibi görülmektedir.

Kurallı oyun (7–12 yaş): Piaget, okulöncesi dönemde bireyin oyunlarında kural kavramının olmadığını söylemektedir. 12 yaş öncesine kadar kuralların koyuluş amacının ve değiştirilebileceğinin tam olarak farkında olamayan birey bu evrede, oyunun kuralları ve kurallara uymayanlara verilecek ceza ile karşılaştığında oyunda kurallara uyarak sosyal normlara uygun davranmaya da başlamaktadır. Böylece 12 yaşından itibaren birey bu farkındalığa ulaşmaktadır. Piaget bu evrenin daha ileri düzeyde bilişsel faaliyetler gerektirdiğini öne sürmekte ve mantıklı düşünmenin bireylerin diğer bireylerle oynamasıyla gelişeceğinin de altını çizmektedir.

Diğer Oyun Kuramları:

Bateson Oyun Kuramı: Bateson, Vygotsky gibi oyun ve iletişim arasında bir ilişki olduğunu savunur. Ancak oyundaki iletişimin tam iletişim değil, yarı iletişim olduğu görüşündedir. Oyunun tam bir yaratıcılık da içermediğini ifade eden Bateson bunu kişilerin davranışlarının gerçek olmadığını iletmek zorunda oluşlarına bağlamıştır. Aksi halde ise kişilerin uyumsuzluk yaşayacaklarını ileri sürmektedir.

Sutton-Simith Oyun Kuramı: Oyun ile ilgili birkaç kuram ortaya koyan Sutton- Simith, kurallı oyunlarda kültürün etkisini inceleyen ilk kuramcılardandır. Oyunlarda tarihsel faktörlerin önemini vurgulamıştır. Daha sonra ise oyuncaklara dikkati çekerek oyuncakların oyun malzemeleri olmalarının yanı sıra kültürel ürünler olduklarını da vurgulamıştır. Piaget’nin oyunda yenilik üretmenin bozucu olduğu görüşüne karşı çıkan Sutton-Simith, yenilik üretmenin, uyumu sağlamak için yönelmelere kaynak olduğunu savunur.

Helanko Sistem Kuramı: Helenko, oyunu bireyle çevre arasındaki ilişki olarak ele alır. Helenko’ya göre kişi ile çevresi bir sistem oluştururlar. Ona göre kişi sistemin bir kutbunu (özne), çevre ise nesnel kutbunu oluşturur ve çevre iki kutuplu bir sistemdir. Eğer nesne bir eşya ya da düşünce ise Helenko buna “primer sistem” adını vermekte, eğer bir nesne bir bireyse “sosyal sistem” adını vermektedir. Nesne ve nesnel kutup (arkadaş vs.) çocuk tarafından serbestçe seçilmelidir. Bu sistemde çocuk bir oyun ortamından diğer bir oyun ortamına geçebilir, böylece olumsuz etkileri de ortadan kaldırabilir.

Bowlby’nin Bağlanma Kuramı

Bowlby'ye göre bağlanma davranışı biyolojik nedenlere bağlıdır. Canlı varlıkların yavruları savunmasız şekilde anneye bağlıdır. Bu ilkel bağımlılık içinde duygusal bağ kurma eğilimi, yeni doğanın yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan ve gelişimsel açıdan işlevsel olan bağlanma sistemini ifade eder. Bu sistem yoluyla yeni doğan, kendine bakım sağlayan kişiyle fiziksel yakınlık kurmakta ve kendini koruyacak, güvende hissedecek, etrafı keşfetmeye olanak sağlayacak ortam ve koşulları elde etmektedir. Bu sistem yaşam boyu süreklilik göstermektedir. Biyolojik ve yaşamsal değer taşıyan bağlanma davranışı, anne ile çocuğun etkileşimleri ile zamanla çift yönlü hale gelir ve karşılıklı gelişir. Son yıllarda yapılan araştırmalar ebeveyn çocuk ilişkisinin niteliğinin, çocuğun oyun oynamaya karşı tutumlarını da etkilemekte olduğunu göstermektedir.

Anne ve çocuk etkileşimi sürecinde çocuklar iki temel zihinsel model geliştirirler;

➢ Benlik modelleri

➢ Başkaları (diğerleri) modelleri

(Bowlby 1988)

Kendisi ve başkaları hakkındaki beklenti ve varsayımlarını belirleyerek dünyayı öngörmesini ve kendisini onunla bir ilişki içine yerleştirmesini sağlar. Benlik modeli daha çok yakın ilişkilerde yaşanan bağlanma kaygısını, başkaları modeli ise daha çok yakın ilişkilerde mesafeyi koruma ve kaçınma davranışı ile ilişkilidir.

Bartholomew ve Horowitz ; benlik ve başkalarının içsel çalışma modelinden yola çıkarak;

• Güvenli

• Saplantılı

• Kayıtsız

• Korkulu

bağlanma biçimlerini ortaya koymuşlardır.

Güvenli Bağlanma ve Oyun Davranışı:

Okul öncesi dönemde anneye olan bağlılığın niteliği, çocuğun oyun ortamında göstereceği tepkileri etkilemektedir. Güvenle bağlı olanların fiziksel çevrelerini araştırmada, nesnelerin ne işe yaradıklarını keşfetmede, yaşıtlarıyla daha sosyal olmada, hayal oyunlarında ve sanki öyleymiş gibi oyunlarda daha etkin oldukları görülmüştür.

Hughes'e göre, annenin bebeği ile oyunsu davranışlara girmesi (ce-eee oyunu, çıngırağı sallama vb.) birinci yılın sonunda çocuğun anneye bağlılık derecesini göstermektedir. Anne çocuk etkileşiminin kritik özellikleri; annenin çocuğuna verdiği sözsüz mesajlar ve onların ihtiyaçlarına ne kadar duyarlı olduğu ve davranışını buna göre ne ölçüde değiştirdiği ile değerlendirilebilir.

Ainsworth ve arkadaşları göre; güvenli bağlanma gösteren çocuklar, annelerinin her zaman yanlarında olup, stres durumlarında yardımcı olacaklarından emin olan çocuklardır. Anne ayrıldığında tepki göstermelerine karşın döndüğünde kolaylıkla yatışırlar.

Kaygılı bağlanma örüntüsü olan çocuklar:

Çağırdıklarında annenin yanıt vereceğinden ya da yardımcı olacağından emin olamayan çocuklardır. Bu nedenle ayrılığa direnirler ve anne döndüğünde yatışmazlar. Araştırıcı davranışlarda bulunmaya ilişkin kaygıları vardır.

Kaçıngan bağlanma örüntüsü olan çocuklar;

Annelerinin yardımcı olacağına ilişkin hiç güveni olmayan çocuklardır. Sürekli olarak çocuklarını geri çeviren ya da reddeden anneleri olan bu çocuklar ayrılığa tepkisiz kalıp anne döndüğünde yakın durmazlar.

Terapide Bağlanma Kuramı

Psikoterapi süreci sonunda, terapistle kurulan yeni ve güvenli bir ilişki, beynin yeniden yapılanmasını sağlar. Terapötik ilişki, güvenli ilişki özelliklerini taşımalıdır;

– Terapist çevre ve zaman açısından tutarlı olmalı

– Güvenilir olmalı

– Yansıtıcı olmalı

– Danışanın olumsuz duygu ve düşüncelerini tolere edebilmeli

– Danışanla ortak bir ritim tutturmalı

Mallinckrodt'a göre, her psikoterapi ilişkisinde bağlanma bağları bulunmaz, bu bağ tedavi sırasında gelişebilir. Danışan ve terapist bağlanma bağları süreç içinde değişmiş olabilir. Terapinin büyük bir kısmı, zayıf bir bağ oluşturmanın, daha sonra ise oluşan bu zayıf bağı güçlü bir bağlanma bağına dönüşme mücadelesi olarak düşünülebilir.

Bowlby’e göre terapistin birinci görevi; danışanlara acı veren anıları ve duyguları, karakteristik ama yıkıcı savunmaları ve uygun olmayan inanç ve davranışları keşfetmeye başlayabilecekleri güvenli bir cennet ve güvenli bir yer sağlamaktır. İkinci ve üçüncü görevleri; danışanların, kendileri ve diğerleri hakkındaki inanç ve beklentilerin, terapötik ilişki de dahil olmak üzere tüm ilişkilerde düşüncelerini, hissettiklerini ve hareketlerini nasıl etkilediğini düşünmeye yöneltmektir. Dördüncü görevi; mevcut algı ve beklentilerinin ortaya çıkardığı duygu ve eylemlerin, çocukluğunda ve ergenlik döneminde karşılaştığı olayların ve durumların bir ürünü olabileceğini düşünmesini sağlamaktır. Beşinci görevi; danışanın önceki düşünme biçimleri ve davranış yollarının mevcut yaşamları için uygun olmadığını anlamalarını sağlamaya yardımcı olmak, alternatif ve daha sağlıklı başa çıkma ve ilişki yolları hayal etmek ve uygulamasını sağlamaktır. Sonuç olarak; terapist, danışanın eski ve bilinçdışı kalıplaşmışlıklara köle olmaktan vazgeçmesini, hissetmesini, düşünmesini ve yeni yollarla hareket etmesini sağlamayı amaçlamalıdır.

1.061 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

ÖĞRENME AŞAMALARI

Gelişimsel yetersizliği olan bireylerin yaşam içerisinde bağımsızlık düzeylerini artırarak tipik gelişim gösteren akranlarıyla bütünleşmiş bir şekilde yaşam içinde yer alması özel eğitimin temel amaçl

BEZLERİ ATALIM ÖZGÜRLÜĞE KOŞALIM :)

Tuvalet eğitimi; çocuğun uyku ve uyanıklık hallerinde dışkı ve idrar kontrolünü kazanması, yardım ve anımsatma olmadan tuvaletinin geldiğini fark ederek, tuvalete gidip var olan ihtiyacını gidermesi o

Yazı: Blog2_Post
bottom of page